21 Kasım 2012 Çarşamba

No Strings Attached



Film 2011 yılının başlarında vizyona girmiş ama ben varlığından haberdar olsam da filmi izlemeyi planlamamıştım hiç. Çünkü Natalie Portman’ı ne kadar seversem seveyim, Ashton Kutcher’a onun için bile katlanamam diye düşünmüştüm. Aston Kutcher’a tahammül edebildiğim, hatta onu beğendiğim tek zaman That 70s’ Show du. Sonrasında görünüşünden mi, oyunculuğundan mı yoksa magazinsel kişiliğinden mi bilmem acayip soğudum.

Ama son zamanlarda ki deli gibi romantik komedi film arayışım içerinde No Strings Attached öne çıktı. Üzerinde düşündükçe Natalie Portman’ı asla bir romantik komedide düşünemediğimi fark ettim  ve onu bir de böyle bir film de izleme isteğim galip geldi.


Kısacık özetlemek gerekirse; Adam Franklin (Ashton Kutcher) ile Emma Kurtzman(Natalie Portman) çocukluklarında bir yaz kampında tanışılar. Bundan sonraki 15 yıl içinde ise sayılı defa tesadüfen karşılaşırlar. Son bir araya gelişlerinde aralarında “no strings attached” kurallarıyla fiziksel bir ilişki başlar. İlişkiyi sadece fiziksel seviyede tutmak Emma’nın isteğidir, Adam sadece ona uymak için bunu kabul eder. İlişki ilerledikçe ikisi de birbirlerine bir şeyler hissetmeye başlar ama Adam hislerini kabul edip onları gösterirken Emma romantik bir şeyler hissettiğini kabul etmekte zorlanır.

Film için romantik komedi desem de aslında öyle komik bir yanı yoktu. Yani yüzümde bir gülümseme ile izledim doğru. Ama hiç öyle kahkahalarla gülmedim. Aslında izlediğim filmlerin çoğunda kendini kaptırıp ağlayan bir insan olarak, bu film de ağlamadım da. Emma’nın kendini bastırıp duvarlar örüşünden mi bilmiyorum, duyguyu hissettim büyüklüğünü kabul ettim ama ağlayasım gelmedi.

Natalie Portman’a film boyunca tekrar tekrar aşık oldum. Yüz hatlarını her zaman sert, güzel, çekici bulurdum ama saç rengi şekli yada canlandırdığı karakterden mi bilmem yüzü güzelliğini ve çekiciliğini korusa da sanki hatları daha yumuşak geldi bana. Aston Kutcher’ı ise her zamankinden daha iyi buldum. Hatta magazinde göze sokulan kimliği unutulduğunda – ki o saç şekli ve görüntüyle unutulabildi - hiç de fena değildi.

Film izledikten sonra hangi türde film olursa olsun - sadece romantik komedi de olsa - film bittikten sonra onun hakkında bir süre düşünürüm hep. Bazı filmler insana düşünecek hiçbir şey vermese de aklımı onlardan hemen uzaklaştıramam. Bilerek isteyerek de değil çoğu zaman gözüm dalar ve aklım kendiliğinden filme döner. Bu film de düşündüğüm şey Emma’nın çevresine ördüğü duvarlar oldu.


Filmde Emma’nın kendini hissetmekten soyutlayışı dramatik ve açıktı. Bence gerçek hayatta kendini soyutlamak duvarlar örmek gibi terimleri kullanmayı sevmem. Sanki bunlar bizim hayatımız için değil de filmler kitaplar içinmiş gibi gelir. Romantik bir fantezi gibi. Ama düşünürken aklım Emma’dan kendime kaydı ve benim de duvarlarım var kendi ördüğüm diye düşündüm. Onlar içinde yaşamaktan mutsuz da değilim ama varlar. Durumum Emma’nınki gibi dramatikmiş gibi de hissetmiyorum ama demek ki gerçek hayatta da insan bazı hislerden korunmak için duvarlar örüyormuş fark etmeden.

Ya da belki bu duvarlar yok da benim depresyonum konuşuyor şu anda. Olabilir mümkün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder