30 Aralık 2012 Pazar

Hush, Hush

Hush, Hush serisi Becca Fitzpatrick tarafından yazılmış 4 kitaplık bir seri. Hush Hush, Crescendo, Silence, Finale adındaki kitaplar Türkçeye Fısıltı, Çığlık, Sessizlik ve Final adlarıyla çevirilmiş. Baş melekler, cennet düşmüş melekler ve nefiller ile dolu bir aşk hikayesi Hush, Hush.
İlk kitap Fısıltı’yı okuduktan sonra hikayenin düşmüş melekler ve nefiller ile ilgili olan kısmı ilgimi çekmiş olsa da dilin yavanlığı konusunda endişelerim vardı. Yine böyle basit bir dil ile yazılmış Gece Evi (House of Night) serisini de okuduğum ve büyük bir rahatsızlık duymadığım halde Fısıltıda neden rahatsız oldum bilmiyorum. Belki de baş karakter Nora’nın kötü çocuk Patch’e aşık oluşu ve yaşadığı duygular ile ergen dili birleşince beni rahatsız eden bu oldu. Özellikle Nora’nın yakın arkadaşı Vee sık sık bu nasıl arkadaş diye düşündürdü. Bir de Patch’in düşmüş bir melek olduğu ortaya çıktıktan sonra aşk hikayesinin gelişimi Alacakaranlık (Twilight) özentisi geldi bana.

Ama Fısıltı yeterince ilgimi çekmiş olmalı ki ikinci kitabı da aldım. Çığlıkta yeni karakterler Scott ve Marcie üzerinden anlatılan olaylar ile hikaye derinleşeceğine ve sürprizler olacağına dair küçük ip uçları  verilmeye başlandı. Nora ve Patch’in ilişkisinin geldiği ayrılık noktası kıskançlık üzerine kurulu olsa da bir ayrılık yaşanıyor olması bana yine Alacakaranlık serisinin ikinci kitabı Yeni Ay’ı (New Moon) düşündürdü. Ayrılık şekilleri farklı olsa da Patch ile ayrılıktan sonra Nora’nın hayatına Scott’ın girişinin Bella’nın hayatına Jacob’ın girmesini hatırlatmaması imkansızdı. Acaba Becca Fitzpatrick zaten başarılı olmuş bir serinin adımlarını izlemeye mi karar vermiş diye düşündüm. Ama ip uçlarının hakkı verildi ve kitabın sonunda Nora’nın geçmişi, babası hakkında bir çok şaşırtıcı olay oldu.  Sonuçta kitap Nora ile Patch yeniden bir araya gelmişken Nora’nın kaçırılması ile sonlandı.

Nora’nın kaçırılması ve Çığlığın sonunda Marcie’nin babası Hank’in hikayeye katılması ile ilginçleşen hikayenin üçüncü kitapta iyiye gideceğini tahmin ederek Sessizlik’i aldım ve yanılmamışım. Serinin üçüncü kitabı Sessizlik gerçekten ilginçti. Kaçırılan Nora’nın hafızasını kaybetmiş olarak geri dönmesinin ardından düşmüş melekler ve nefiller gerçeği ile yeniden tanışması, Patch’e yeniden güvenme süreci ve bu süreçte ne kendisine ne çevresindekilere güvenememesinden doğan paranoyak ruh hali ilginçti. Scott da Nora’nın yeniden kendini bulmasında büyük bir yer tuttu. Nefiller ve düşmüş melekler arasında olması ön görülen savaş fikri de bu kitapta netleşti. Nora’nın bir nefilin soyundan geldiğini çoktan öğrensekte kitabın sonunda Nora’nın tam bir Nefil oluşu biraz saçma da olsa ilginçti. Nefillerle düşmüş melekler arasındaki savaş yaklaşırken kendini Nefil ordusunun lideri olarak buldu Nora kitabın sonunda.

Sessizlik serinin o zamana kadar okuduğum en iyi kitabı olduğundan son kitap Final’i heyecanla bekledim. Nora bir çıkmazın içindeydi ve nasıl bir çözüm bulacağını bilmek istiyordum. Ama son kitap tam bir hayal kırıklığıydı. Hikayenin akışı öyle bariz mantık hatalarıyla doluydu ki kitabı bitirebilmek için kendimi zorlamak durumunda kaldım. Kitabın konusundan bahsetmeyeceğim bile öylesine kötüydü. Ama sonuç beklenen şekilde mutlu son oldu.

Sonuç olarak bu seriye 5 üzerinden ancak 2,5 veririm o da Sessizlik’in hatırına.

25 Aralık 2012 Salı

You've Got Mail

Titanic ve Notting Hill'den sonra geçmişten bir film daha. DVD koleksiyonuma kattığım son film You've Got Mail oldu. Annemle sinemada izlemiştik. Geç kalmıştık ya da bana öyle gelmişti, ışıklar kapanmadan hemen önce reklamlar başlarken salona girmiştik.

O zaman hem Meg Ryan'a hem Shop Around the Corner'a -Meg Ryan'ın canlandırdığı Kathleen Kelly karakterinin sahip olduğu çocuk kitapları satan kitapçı Shop Around the Corner - hem de anlatılan romantik hikayeye hayran kalmıştım. Filmden çıktıktan sonra hayallerim arasına sızdı hatta bir kitapçı sahibi olmak. Sadece çocuk kitapları değil ama. O zaman kitaplara şimdiki kadar bağlı değilken bile çok güzel bir hayaldi. Her günümü kitaplarla çevrili geçirmek. Hemde kütüphane kadar çok kuralı olmayan, benim olan bir yerde. Şimdi ise nefes kesici bir hayal.


Filmi bu izleyişimde de bayılmama rağmen değişik şeylerde çarptı gözüme. Filmi ilk izlediğimde "Mesajınız Var" adıyla Türkçe izlemiştim. Doğal olarak filmde Meg Ryan'ın sesinin zaman zaman ne kadar rahatsız edici olduğunu ilk defa fark ettim. Meg Ryan'ın oyunculuğunu bu filmde çoğunlukla beğensem de zaman zaman ne fiziğine ne de canlandırdığı karaktere uyan erkeksi garip yürüyüşü çarptı gözüme. 

Bir de Meg Ryan'ın saçları bazen muhteşem bazen de kalıp gibiydi. Hatta kabarık şekilde sabitlenmiş saçların arasında suratının küçücük göründüğü kısımlar vardı. Bir de en hayran olduğum zamanlarda bile Meg Ryan'ın kaşlarından rahatsız oldum. Elimde değil dikkat dağıtıcı şekilde biçimsiz duruyor kaşları.


Kaba kocaman laptoplar, eski işletim sistemleri, masaüstü bilgisayarların kocaman ekranları beni gülümsetti. Şimdi hayatım da öyle bir yer kaplıyor ki laptop ve internet, onların olmadığı zamanlar sanki başka bir hayatmış gibi. Oysa sadece 7 yıl öncesi benim için.

Aklımın takıldığı diğer bir ayrıntı da; Kathleen Kelly gibi kendi kitapçısını bir kitapçılar zinciri yüzünden kaybetmek üzere olan bir karakterin kahvesi için Starbucks'ı seçmesi. Oldukça tutarsız bir hareket bende. Hatta kitapçısını kaybettikten sonra bile bu durum devam etti. Starbucks da aynı o kitapçı zinciri gibi bir zincir değil mi halbuki?

Çocukluğumda izlediğim seferden diğer bir fark ise hayran kaldığım kişinin Tom Hanks oluşu. Oyunculuğuna bayıldım. Meg Ryan ile yaşadığım küçük takıntıların hiç birini onunla yaşamadım.

Son olarak da film de kalbimi kıran sahne, kitapçı kapanırken kitapsız kalmış boş rafların yalnız küskün görüntüsüydü.



21 Aralık 2012 Cuma

Pottermore - Harry Potter ve Azkaban Tutsağı Açıldı

Pottermore da üçüncü kitap Harry Potter ve Azkaban Tutsağı'nın ilk bölümleri, ilk 7 bölümü, vadedildiği gibi dün 20 Aralıkta açıldı. Ama ben hayal kırıklığına uğradım. Hem hayal kırıklığımın sadece bir değil birçok nedeni var.

Sadece 7 bölüm açılmış olmasına rağmen ilk bölümlerin sadece 1 alt bölümden oluşması hayal kırıklığı yarattı bende. Dün kitap açılacak diye heyecanla bekledim durdum ama 7 bölümü geçmem yalnızca 20 dakikamı aldı. Sonra hevesim kursağımda öylece kaldım.


Bu seneki kitap alışveriş listesi de açıklanmıştı. Diagon yolundan kitaplarımı da aldım fakat kitaplarımın arasında yeni bir iksir kitabı yoktu ne yazık ki. Halbuki yapılacak yeni iksirleri hevesle bekliyordum. Büyü (spell) yapmada o kadar başarılı değilim. Ancak iksir yapıp puan toplayabiliyorum. Ama hep de aynı iksirleri yapmak sıkıcı oluyor.

Bu arada açılan bu ilk yedi bölüm içerisinde ilk Ruh Emici'mizi de görüyoruz. Okula trenle giderken. Belki de genel hayal kırıklığım konuşuyor ama Ruh Emici'lerde yeterince korkunç değildi.


İlk heyecanım geçtikçe, Pottermore bana git gide daha eksik gelmeye başladı. Belki de kendi açgözlülüğüm den ama Bütün Hogwarts'ı gezebilmek istiyorum. Gizli geçitleri bende bulmak istiyorum. Bir sonraki bölümü bir sonraki kitabı uzun uzun beklemek istemiyorum. Çünkü biliyorum bekledikçe heyecanım azalacak sonra da aklımdan uçup gidecek kim bilir ne zaman hatırlayacağım.

Bu arada Pottermore'da ki message boardların yardım istemek konusunda çok kötü olduğunu söylemiştim ya. http://pottermore.wikia.com u deneyebilirsiniz. Yeni açılan kitap konusunda çok dolu olmasa da ilk iki kitap konusunda iyi bir yardımcı.

Son olarak dün üçüncü kitabın açılışını beklerken bir heves bütün kitabı baştan oynadım ve ilk seferde gözümden kaçmış bulamadığım 10-15 kadar collectable item buldum. İlk iki kitaba yeniden göz atmak çok kötü bir fikir olmaya bilir.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Pottermore - Harry Potter ve Azkaban Tutsağı

Harry Potter ve Azkaban Tutsağı kitabının ilk bölümleri 20 Aralıkta açılıyormuş :) Üçüncü kitaptan bir görüntü de yayınlandı.



Pottermore

O kadar uzun zamandır aklımdaki Pottermore'a üye olmak. Önce son kitapla sonra son filmle tekrar tekrar bitişine üzüldüğüm Harry Potter dünyasıyla yeniden buluşmak. İlk olarak Esra bahsetmişti bana. Sonra tester olarak ilk oynayanlardan biri oldu. Sonra herkese açıldı dedi. Hep aklımın bir köşesinde ama hep ertelenen bir şey olarak bu zamana kadar geldim. Sonunda Cumartesi günü yine Esra'nın mailini okuduktan sonra üye olup başladım Pottermore'da gezinmeye.

Henüz sadece ilk iki kitap açık. Harry Potter ve Felsefe Taşı ile Harry Potter ve Sırlar Odası kitaplarında okuduğunuz filmlerinde gördüğünüz her büyü, her iksir emrinize amade hepsini yapabiliyorsunuz. ben şu anda Polyjuice Potion yapıyorum. Hani Sırlar Odası kitabında Harry, Ron ve Hermonie'nin Slytherin binasına girebilmek için kullandıklarından.


Kitaplar ana bölümleri oluştururken kitapların içindeki her bir bölüm de alt bölümler olarak temsil ediliyor. Alt bölümler de ikişer yada üçer resime ayrılmış. Birinci kitabın başından başlayıp kitapları yeniden okur gibi devam ediyorsunuz sizde. Harry'nin seçmen şapkayı taktığı bölüme gelince sizde Seçmen Şapkayı giyip binanızı öğreniyorsunuz. Ben soruları cevapladım şapka benim Gryffindor binasına ait olduğuma karar verdi.


Bu arada Diagon Alley de yaptığım alışverişi de unutmamak gerek. Ben en çok asamı merak ediyordum. Seçmen şapkayı takmak gibi asa almak da büyük bir olay sonuçta. Belki de o yüzden asa almak için bir kaç küçük soruyu cevapladım.

Pottermore da eleştirebileceğim çok az şey var. İksirlerin hazırlanma sürelerinin uzunluğu bunlardan biri. Gerçi kitaplara mümkün olduğunca yakın tutmaya çalıştıklarını anlıyorum ama Polyjuice iksirinin hazırlanması en iyi tip kazanla bile 1+18 saat olarak en az 19 saat sürüyor. 18 saatlik bekleme sürecininde pencereyi kapatmanız, internette olmamanız birşeyi değiştirmiyor neyseki. Ayrıca oyuna devam etmek isterseniz iksir pişerken siz başka şeyler yapabiliyorsunuz. Bir diğer eleştirim ise daha çok kitabın açılmamış olması. Oyuna cumartesi başlamama rağmen ikinci kitabı tamamladım. Polyjuice iksirimin hazır olduktan sonra Slytherin binasına girmekten başka yapacağım birşey kalmadı. Üçüncü kitap içinse sabırsızlanıyorum. Son eleştirim ise yorum yazma şansınız olmasına rağmen yorumlarda arama yapamamak kötü. Bazen bir bölümde yardıma ihtiyacım varken önceden bu konuyu konuşmuş olan var mı diye arama yapmak istedim ama böyle bir imkan yoktu.


Gözüme çarpan bir şey de üçüncü kitap açıldığında Patronuslarının şeklini öğrenmek isteyenlerin aynı comment'i sürekli tekrarlaması oldu. Bir isteğiniz var anladık ama zaten son yazılan commentleri ilk gösteren bir düzende bir sayfa boyunca aynı comment'i görmek sevimsizdi. Oyun hala BETA modunda ve feedback alıyor, taleplerini insanlar orada yazabilirdi.

Ama küçük rahatsızlıklara rağmen Pottermore büyüleyici. Rowling'in kitapta yer alamamış düşüncelerini araya serpiştirdi kısımlara da grafiklere de bayıldım. Grafiklere bayıldım ama daha fazlasını görmek istemekten kendimi alamıyorum. Takımların Quidditch maçı yapabildiği zamanları hayal ediyorum. 


13 Aralık 2012 Perşembe

Mola

Bugün güne sabahın 4 ünde başladım. Netten gazete okudum. Kısa da olsa yazı yazdım. Kahvaltıyı hazırladım. Ocağı ovdum. Güne hızlı başladım bugün yapılacak işler az olunca keyfim de yerinde. Dünkü çığlığı duymuş gibi halam bugün yemek değil sadece bir sandviç istedi. Tek iyi yan yemek yapmayacak olmam da değil bugün arkadaşlarımı göreceğim. 3 ay oldu görüşemeyeli inanılır gibi değil. 

Annem işe gittiğinden babamla kardeşim de hala uyuduğundan onlar kalkıp da kahvaltı etmek isteyene kadar boş vaktim var biraz. Bugün günümü iyi değerlendirmeye kararlıyım. Halamı hastanede ziyaret edip oradan da  kitapçıları alt üst etmeyi planlıyorum. Hatta sonra aldığım kitapla bir kafeye çöküp mocha mı içip bir yandan da kitabı okumaya başlamak istiyorum.

Sonra da arkadaşlarla buluşmayı. Ayrı geçen 3 ayın altını üstüne getirmeyi planlıyorum evet. Bugün planım bu. Bugün son ayda yaşadığım boğucu rutine mola veriyorum.  

12 Aralık 2012 Çarşamba

çığlık

Evde yemek yapmak, masa hazırlamak, herkes yemek yiyip çekilince etrafı toplamak, ev temizliği vs. ile geçen günlerden sonra çıldırma noktasına geldim. Dahası sadece ev içinde yapmıyorum yemeği, halam hastane yemeği yemediğinden ona da yemek yapıyorum. Tam bitti diyorum, bana yeni bir iş buyuran bir telefon daha geliyor. Dahası bütün gün evde olduğumdan herkesin benim yorulmadığımı düşünmesi. Bundan 3-4 ay önce değil evin yemeklerini yapmak haftada bir yapılacak temizliğin sorumluluğunu bile tam olarak üzerime almazdım ben. Canım isterse yapardım istemezse yapmazdım.

Ayrıca pişirdiğim çoğu yemeği ağzıma bile sürmem. Pırasa, kabak, karnıbahar. 

Ya ben istemiyorum bu sorumlulukları, kaldıramıyorum da. Tek başıma olsam üşenirsem yemek yapmam aç da kalsam aç kalan ben olurum.

2 Aralık 2012 Pazar

Jean-Christophe Grangé


Jean-Christophe Grangé’in Türkçeye çevrilmiş son kitabı Sisle Gelen Yolcu kitabını yeni bitirdim. Sonra baktım Grangé’in Türkçeye çevirilen 9 kitabını da okumuşum. Bende kitapları en az beğendiğimden en çok beğendiğime kadar sıralamak istedim.

9- Şeytan Yemini

Okumaya başlayıp da bitiremediğim tek Grange romanı. Final zamanı olduğundan mı, aynı zaman da proje yetiştirmemiz gerektiğinden mi bilmiyorum kitap acayip psikolojimi bozmuştu. En çok da  kötü karakterlerinden birinin iyi/kötü savaşı içinde neden kötünün tarafını tuttuğuna dair açıklamasının mantıksal olarak tutarlı olduğunu düşünüp, sonra bu düşüncemden dehşete düşmüştüm. O arada bıraktım kitabı elimden bitirmeme de az kalmıştı ama bir daha da elime almak istemedi canım.

8- Kurtlar İmparatorluğu

Kitabın konusunu akışını her şeyini sevdim de Türkiye ile bağlandığı her nokta beni kitaptan soğuttu. Her Türkiye bağlantısında hayal gücüme darbe vurdu sanki. Fransa’da Amerika’da Afrika’da geçince iyi ama burnumun dibinde böyle şeyler olduğunu hayal etmek istemedi beynim. Bu arada da filminden de hiç mi hiç haz etmedim. Kitabı okuyup bitirdim ama filmi bitirmem mümkün olmadı sevmedim. Bir de Grange’in her kitabında Jean Reno’ya baş rol verme hevesini anlamıyorum. Uymadı, uymuyor.

7- Leyleklerin Uçuşu

İyidi güzeldi amma ve lakin temposunda bir terslik vardı.  Ne adrenalin, ne heyecan hissedemedim. Olayın sırrını çözmek konusunda da zorlanmayınca kitap benim için diğerleri kadar zevkli olamadı. Halbuki Grange’in zekası yine etkileyiciydi ama bir şekilde yavaştı akışı.

6- Koloni

Konusu çok ilginçti. Cinayetlerin işleniş şekli aklına nasıl geldi onu anlayamadım. Ayrıca insanların çocukları sadece bir kaç yıl kullanabilecekleri bir cinayet tekniği konusunda eğitmesi de garibime gitti, özellikle de hepsi özel seçilmiş çocukların büyük kısmı asla başarılı olamazken. İçinde çocukların varlığı, birde cinayeti araştıran karakterlerden birinin geçmişinin olaya bağlanışı kitabı 6. sıraya itti.

5- Sisle Gelen Yolcu

En son bitirdiğim kitap. Konusu ilginçti ilginç olmasına ama bana göre tutarsızlıklar vardı konusunda. Kadın dedektifi ilgi çekici buldum. Aslında Grange’in Fransız genç kadın karakterlerini yaratışı her zaman ilginç zaten. Bir de sürpriz son yaratmak için çok kasmış sanki bu sefer. Sonu biraz zorlama geldi. Başta biraz ağır ilerlese de, ilk yüz sayfadan sonra tempo hızlandı. Heyecandan nefesimi tutarak okudum devamını.

4- Kızıl Nehirler

Okuduğum ilk Grange romanı. İyi kurgulanmış bir polisiye-gerilim filmi izler gibi bir çırpıda okumuştum romanı. Daha sonra da romanlarını takip etmeme neden olduğuna göre belli ki dikkatimi çekmiş. Şaşırdım, heyecanlandım, nefesimi tuttum. Oldukça güzel bir kitaptı. Ama Grange’in sonraki kitaplarında yaratıcılık daha fazlaydı.

3- Taş Meclisi

Baştan sona heyecanlı, nefes kesen bir romandı Taş Meclisi. Bir solukta okudum. Korktum, ürktüm, yok artık dedim. Kızıl Nehirler ile başlayan tanışıklığı devam ettirmeme neden olan kitap Taş Meclisi. Sadece polisiye gerilim olmaktan çıkıp paranormal sınırlarında dolaşması da kitabı daha bir lezzetli kılan bir özellikti.

2- Ölü Ruhlar Ormanı

Ölü Ruhlar Ormanı, bu yıl içerisinde okuduğum diğer bir Grange romanı. Şeytan Yemini esnasında öyle bir soğumuşum ki kendisinden yeni kitaplarını almakta hiç acele etmez oldum. Ancak Ölü Ruhlar Ormanı güzeldi, nasıl oldu anlamadım, okuyan birçok kişi tahmin etmiş, ama ben tahmin edemedim suçluyu. Ayrıca Fransa da başlayıp dünyanın unutulmuş bir köşesinde son bulmasını sevdim. Acaba mekanların tarihleriyle ilgili anlatılanlar doğru mu diye merak ettim. Hem soluksuz ilerleyen hikaye, hem mekanlar, hem de tarihi bilgiler birleşip kitabı Grange kitapları arasında ikinci sıraya yerleştirdi benim için.

1- Siyah Kan

Siyah Kan’ı sevme sebebim çok çok basit aslında; katilin kanı siyaha dönüştürmek için yaptığı işlemden büyülendim. Mutlaka barbarcaydı, korkunçtu ama Grange nasıl olmuşta bunu düşünmüş? Yani kitap akıcıydı, iyi kurgulanmıştı, heyecanlıydı. Ama sadece kanı siyaha dönüştürme işlemi tek başına beni etkilemeye yetti.

1 Aralık 2012 Cumartesi

İş Görüşmesinden Kaçış

Dün sabah haber geldi halamı ameliyata alıyorlarmış önceki ameliyatının dikiş yerinde iltihap birikmiş. Babam hastaneye gitti bende iş görüşmesi için kıyafet almak için annemin yanına. Ameliyat lafını duyduktan sonra kaçabilirdim ama kaçmadım. 

Alışveriş acayip sinirimi bozan bir şeydir ama ağlamadan bağırmadan bitirdim alışverişi ama saat yaklaştıkça görüşmeye gitme inadım da gitti. Annemlerde ısrar etmeyince gitmedim. Sonra KPSS yerleştirme sonuçları da açıklandı dün. Sonuç: Yerleşmedim. Zaten hepi topu 8 tercih yapmıştım.

Böylece alışveriş yapmış oldum sadece. Halam ameliyattan sağ salim çıktı. Önünde bir ameliyat daha var durum iyi şimdilik. Sonuçta eve geldim. ipodu kulağıma takıp odamda mutluluktan deli gibi dans ettim :)

Önceki gece de sadece 3 saat uyumuştum stresten, bu gece uzun uzuuun uyudum. Bir ara rüyamda aslında yerleştiğimi gördüm bir kuruma, sabah kalktığımda bir daha kontrol ettim içim rahatladı. Öğleden sonrada bu durumu kutlamak için kurabiye yaptım. 

Mutluyum, huzurluyum :))