
Tom Hanks'in; Forrest Gump, Terminal, You've Got Mail, The Green Mile, Catch Me If You Can, .... diye devam eden her birini ayrı ayrı sevdiğim filmleri var. Bir de Robert Langdon karakterini canlandırdığı Dan Brown kitaplarından uyarlanan seri var tabi.

Sandra Bullock'a gelince ise Two Weeks Notice, Practical Magic, Miss Congeniality, The Blind Side, The Heat, ... diye devam eden bir listem var. Komedi, romatizm, dram hepsinin altından kalkan bir oyuncu bence. Bir de bulaşıcı gülümsemesi var tabi.
Dolayısıyla bu iki oyuncuyu bir araya getiren film otomatik bir güven oyunu hak ediyor benim gözümde.
Filme gelince, hikayeye önce Oscar Schell'i (Thomas Horn) tanıyarak başlıyoruz. Oscar ilk okul çağında, kendine özgü halleri, fobileri, alışkanlıkları ve düşünüş tarzı olan bir çocuk. Çocukların genelinden biraz daha orijinal. Oscar'ı tanırken babası Thomas Schell'i (Tom Hanks) de tanıyoruz bir yandan. Thomas, Oscar'ı anlayan tek insan gibi. Anlattığı hikayeler ve yarattığı maceralarla Thomas ve Oscar arasında özel bir iletişim var.
Ama sonra 11 Eylül geliyor. Thomas yıkılan o binalardan birinde ve hayatını, Oscar'da gerçekten iletişim kurduğu tek insanı kaybediyor.
Zaten eşini kaybetmenin acısıyla yıkılmış olan Linda (Sandra Bullock), Oscar ile iletişim kurmaya çalışıyor ama anne oğul olmalarına rağmen sanki birbirlerinin dilini hiç öğrenmemişler. Oscar'ın yıkımı babasının eşyaları arasında bulduğu bir anahtar ile boyut değiştiriyor. O anahtar babasından kalan son bir hikaye, son bir macera demek. Bu macera sırasında Oscar'ın fobileri ile yüz yüze gelmesini, acı çekmesini, acıyla baş etmesini ve başkalarının hayatlarına dokunmasını görüyoruz. Oscar'ın zorlandığı yerde de devreye, babaannesinin gizli kiracısı giriyor ve Oscar'a macerasında eşlik ediyor.

Thomas Horn'un oyunculuğu da çok etkileyiciydi. Canlandırdığı Oscar Schell'i tartışmasız benimsedim ben.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder